Bu evi ilk gördüğü gün banyonun ortasındaki eski tip ayaklı küvete hayran kalmıştı. Küvetin altın rengi pirinç ayakları, Osmanlı dönemi tarzındaki muslukları, mavi renkteki gövdesiyle kendine has bir güzelliği vardı. Evine gelen misafirlere bu küvet teknesinin evi tutmasındaki rolünü anlatmayı çok severdi. Ne zaman kendini mutsuz ya da her şeyden vazgeçmeye hazır hissetse, banyoya kapanır, kendini suyun o mucizevi yatıştırıcı huzuruna bırakırdı.

Son günlerde yaşadıklarını sindirmek, kendini kurtarabilmek için verdiği onca çaba ve uğraş boşa gitmişti. Yıkık dökük, yorgun ve yenilmiş haldeydi anahtarlarını çantasının içindeki kalabalıktan kurtarıp kilide yerleştirdiğinde. Anahtarın kilit içinde dökerken çıkarttığı o metalik sesi duymak bile rahatlatmamıştı onu eve girerken.

Sessizliğini sevdiği ev, bu kez yalnızlığını haykırıyordu yüzüne.

Ayakkabılarını çıkarttığı yere usulca çantasını da bıraktı. Günlerce uyumamış gibi bedeni yorgun, düşünceleri bulanıktı. Ayaklarını sürüyerek ilerledi banyoya doğru. Bugün kurallara uymak istemiyordu. Her zaman yaptığı gibi odasında üzerini çıkartıp havlusuyla banyoya gidip önce küvetin yarısından çoğunu sıcak suyla doldurup sonrasında soğuk suyla sıcaklığı dengelemedi bu kez. Odaya gidecek hali, havlulara ihtiyacı yoktu. Suyu ılıktan biraz daha sıcak bir şekilde ayarladı ve küvetin dolmasını izledi yavaşça. Suyun sesini duydukça dağıldı zihnindekiler, kendini suyun içine bırakmak haricinde bir şey yoktu artık aklında. Usulca ayağa kalkıp olduğu yerde kıyafetlerini çıkartmaya başladı. Sutyenini çıkarttığı sırada aklına bir şey unuttuğu geldi ve kapıya, çantasının olduğu yere doğru ilerledi. O karmaşa içinde, gelirken makete uğrayıp aldığı kâğıda sarılı eski tip jileti buldu ve avucunun içine sıkıştırdı, elini birkaç saniye daha çantanın içinde gezdirip telefonunu da çıkarttı çantasından.

Banyoya döndü. Telefondan en sevdiği şarkıyı açtı. Fonda usul usul uçan notaların eşliğinde üzerinde kalan son parçayı da bacaklarından aşağıya doğru sıyırdı ve olduğu yerde bıraktı. Suyun sakin duruşu huzur verici görünüyordu. Küvet teknesinin kenarından destek alarak yavaşça suyun içine girdi. Sıcak su vücudunun ürpermesine, kısacık bir an kalbinin dayanılmaz derecede acımasına neden oldu. Umursamadı. Fazla sıcaktı. Düşünmedi. Vücudunun suya alışması fazla zaman almadı. Avucunun içindeki jileti yavaşça incelemeye başladı… Bunlardan birini en son gördüğünde babası hayattaydı, çocukken hani babalar hep kocamandır ya, onun da babası kocamandı o zaman. Çocukluk ne güzel şeydi!

Bu evi, banyoyu ilk gördüğü günü hatırladı. Gülümsedi. Çoğunlukla gelecek hakkında ılımlı şeyler düşünüyor olmasa da bunu hiç hayal etmemişti, böyle olacağını bilemezdi. Canı acısın istemiyordu ama her nefes alışında kalbine derin bir sancı saplanıyor, düşünceleri dalgalanıyor, bir türlü zihnini toparlanamıyordu. Sol bileğini kendine doğru çevirip baktı, böyle son bulacaktı. Aşırı belirgin damarlarına dikti gözünü, sağ elindeki jileti hafifçe sürttü. Bir şey olmadı. Korkuyordu. Gözünden birkaç damla yaş süzüldü, kafasını arkaya doğru yaslayıp birkaç saniye için tavana dikti gözlerini ve fonda belli belirsiz çalan müziğin durduğunu fark etti. Devam etmeliydi. Buna inandırmıştı kendini. Tekrar bileğine döndü bakışları ve damarın yolunu izleyecek şekilde daha sert davrandı. Başarmıştı. Suyun içine daldırdı kolunu ve kanın suya karışmasını izledi garip bir mutlulukla. İnce ince… Öyle zarif görünüyordu ki.

Acı yoktu artık. Her geçen dakika biraz daha uykusu geliyordu sanki daha yorgun hissediyordu kendini. Acı değil, yorgunluk… Yavaş yavaş düşünmek daha zor geliyor, sadece uyumak istiyordu. Uzaktan belli belirsiz bir müzik sesi duyuyor gibi oldu. Gülümsedi gözündeki yaşlarla. Muhtemelen beyninin oynadığı küçük, sevimli bir oyundu bu. Endişelerinden sıyrılmıştı. O ağır yükler yoktu artık omzunda.

Sanki o eski yıllarındaydı. Okumayı öğrendiği o yazda. Bulduğu tüm düğün davetiyelerini toplayıp babaannesinin evinin bahçesinde oturup okumaya çalıştığı o sabahta.

Tüm dünyası, o bahçede olan küçücük ama güçlü kız çocuğuydu âdeta…

Masa Dergi  – Sayı 6