berrin.co

Kırık Çember

Çok uzak değiliz. Aklıma her düştüğünde biliyorum ki ben de yüreğine düşüyorum usulca, biliyorsun nerede ne yaptığımı kalbin ince ince sızlayarak. Lakin yakın da değil ellerin ellerime uzansa tutacak kadar uzunca bir süredir.

Göz göze geldiğimiz  an varlığın beynimin gri kıvrımlarını hareketlendirip vücudumu ele geçirdiğinde senin de gülümsediğini hissediyor kalbim ve gözlerim kapandığında dudağımda tadını hissediyorum sertçe.

Bir şansımız olsaydı şayet becerebilir miydik, tüm muharebelerden sağlam çıkar mıydık? İlk hamlede kendi köşemize mi çekilirdik? Bilemiyorum. Korkaklar böyledir işte, yarını asla düşünmez, dünden pişman olur ama bugün için bir şey yapmazlar. Ben çok büyük bir korkağım.

Ne kadar zaman geçti? Neden o zaman geçti? Kim bilir…

Yazacak çok kelimem var, söylemek istediğim yüzlerce kelime. Hepsini kusmak istiyorum. Fakat yapamam. Sana açıkça hiç dile getirmediğim ama senin incelikle kabullendiğin sebeplerim var ve yine senin o sonsuz anlayışına sığınıyorum usulca kolunun altında sığınıp başımı boynuna dayar gibi ellerin saçlarımda.

Evimizdeki huzuru özlüyorum. En çok ben uyurken bilgisayarını yatağa getirip çalışmanı ve uyanırsam beni öpüp, koklayıp yeniden uyutmanı çalışmaya devam etmeden hemen önce. Klavyenin tıkırtılarından ve tıkanıp kaldığın zamandaki kısa sessizliklerden aldığım keyfi özlüyorum.

Zaman geçiyor, geçti. Neredesin bilmediğim gibi öğrenmeye de çalışmıyorum. Bir asırdan daha uzun bir zaman önce sertçe kapattığım o kapıyı açmak istemiyorum. Korkuyorum, ya kapının ardındaysan? Yapamadığımı yaptıysan? Böylesine korkak biriyim ben ve bunu görürsen? 

Zaman geçiyor. Ara ara aklıma geliyor; o uyumadığımı öğrendiğinde elinde bir şişe şarapla kapımı çaldığın gece. Sabahın dördünde uzun uzun anlattıklarımı dinleyip, başkasına ağlarken hiç gocunmadan saçlarımı okşayıp ‘’Haydi gel uyu artık, çok yoruldun’’ diyip usulca tüm güzelliğinle susup, sanki 5 yaşındaki kabus gören küçük kızınmışım gibi sarılıp beni uyuttuğun geceyi düşünüyorum. O gece kabus görmediğimi, sonrasında ne zaman yalnız ve kötü olsam o anı hayal ettiğimi düşünüyorum. 

Geliyorsun, bazen yemekler yapıyorum sana aşık olduğum, delicesine bağlı olduğum bir adamsın gibi davranıyorum sen de bana aşıkmışsın gibi. Çayımızı içiyoruz aynı masada, evliyiz de sıkılmışız birbirimizden ama vazgeçemeyecek kadar çok emek harcamışız adeta. 

Bazen geliyorsun, romantik bir aşıksın. Elinde şarap, sevdiğim kruvasanlardan ve bir de güler yüzün içimi ısıtan. İki arkadaş gibiyiz, filmimizi izlerken saçma sapan onlarca şeye gülüyoruz. Seviyorum da seni aslında ama acımı daha çok, beni bilirsin. 

Bazen kalıyorsun, sessizce ama, üzmeden. Bazen gerçek değilsin diyorum kendi kendime. En mutsuz zamanlarda gelip ayağa kalktığımda gidiyorsun. 

Zaman geçiyor. Yıllar geçiyor habersiz. Burada, bu kapının ardında değil de bambaşka bir yerde, farklı bir şehir ve hayalin peşinde buluyorum seni aramadığım halde. Bana her dokunduğunda güven veren o ellerinde geçmişi tutuyor ve bir başkasına sunuyorsun. İnanmıyorum. 

Sözler vermesek de, ne zaman yüreğim sızlasa yanımda olacağına inandığımdan olsa gerek yıkılmasam da üzülüyorum. Bir süre donup kalıyorum yere bakarken. 

Neden yamuk bu zemine döşeli taşlar? Renkleri de solmuş, ilgilenmek gerek. Adım atıp devam ediyorum…

Masa Dergi  – Sayı 8

«