Nişantaşı Starbucks’ın arka bahçesinde oturuyorum tek başıma elimde telefonum.

Yalnızım işte.

Elimde telefonum.

Bir yandan Instagrama bakıp likeları sıraya dizerken bir yandan Facebookta referandum yorumlarını kontrol ediyorum. E tabi whatsapp, telegram grupları ayakta. Hepsine bakıyorum da bakıyorum.

Yalnızım.

Bir kız geldi heyecanla, adı gibi güzel, kardeşlerim gibi güzel.

”Sigaranız var mı?” dedi.

”Kullanmıyorum” dedim özür diler bir yüz ifadesiyle. Gözlerime bakmaya devam etti.

Garipsedim biraz, kim kimin gözlerine bakıyordu canım bu kadar uzun?!

”Sizden bir şey isteyebilir miyim?” dedi.

Tedirgin oldum, sen olmaz mıydın?

Herhalde para isteyecek dedim içimden.

”Size bir şey anlatabilir miyim?” dedi.

Şaşırdım. Merak ettim.

Karşımdaki sandalyeyi gösterim; ”Tabi gel otur.”

Gözleri doldu. Anlattı. Annesini, biraz kanserini, korkusunu. Bir kaç şey daha.

Gözleri dolu dolu ama gülerek anlattı. Hiç tanımadığı bana.

Adımı bilmeden beni dinledi.

”Size sarılabilir miyim?” dedi, kalktı sıkı sıkı sarıldı. Kardeşlerim gibi güzel, adı gibi.

Oturdu yeniden. Hep özür diledi, biraz daha anlattı.

Kalktı, bir daha sarıldı. Hiç tanımadığı bana.

Gitmeden numaramı verdim. ”Ara ne zaman istersen” dedim.

Hep özür diledi. Gitti.

Dışarıdan bakan kimsenin asla anlayamayacağı bir yalnızlıkla ama gülerek gitti.

Bu kadar yalnız olmak zorunda mıyız?

Çizim: Levent Gül